Validebağın Hafızası

Toplumsal Hafıza*

*her şey bir yere gider 

Kültürel hâfıza bölümünde değindiğimiz üzere zaman içerisinde koru ile ilişkilendiğimiz haller değişmiştir. Ona göre kullandığımız, inşa ettiğimiz mekânlar da… Ve inşa ettiğimiz tüm bu mekânlar – av köşkü, yetimhane, kasır, öğretmenevi, hastane – her biri aynı zamanda koruya nasıl baktığımızın, neyi gördüğümüzün bir temsilidir. Koru bazen bir keşif alanı, bazen bir dinlenme, iyileşme noktası olmuştur. Kullanım meselesi, politik bir meseledir. Kültürel Hafıza bölümünde değindiğimiz üzere Validebağ Korusu, tarihinin önemli bir kısmında yurttaşların yararını gözetecek sebeplerle kullanıma tahsis edilmiştir.  Küresel olarak neoliberalizm olarak tanımladığımız bir ekonomik kalkınma modeli içerisinde ise doğa, sadece değerlendirilmesi gereken bir ‘meta’ ve özel tüketim alanı olarak görülmeye başlanmıştır. Türkiye’nin de 1980’ler itibariyle benimsediği bu kalkınma politikasının sonucunda karşımıza; artan termik santraller, madenler, mega yapılar, inşaat sektörünün kontrolsüz büyümesi ve tüm bunların getirdiği ekolojik tahribatlar çıkmaktadır. Özellikle de yapılaşma hızlı ve kontrolsüz bir şekilde artmaya başlamıştır. Bunun sonucunda kentlerdeki yeşil alanların kaybı, özellikle 2000’lerle beraber gözle görülür bir şekilde artmıştır. 

Bu neoliberal iktisadi ve toplumsal iktidar alanları da karşılarında yeni ve etkili direniş stratejileri yaratıyor. Bunca ekolojik tahribatın  karşısına çevresini ve yaşam alanlarını korumak isteyen insanların birlikteliği çıkıyor. Türkiye’deki çevre hareketinin tarihini (tek tük örnekler dışında) neoliberal politikaların hakim hale gelmeye başladığı 1980’lerden başlatabiliriz. 1980’lerden günümüze çevre, ekoloji, yeşil, iklim başlıkları altında toplanan bu hareketler doğal yaşam alanlarının muhafazasına çalışıyor ve kamusal alanların özelleştirilmesine ve çevre/insan hakkı ihlallerine karşı direniyor. 

Bir kentsel ekolojik alan olan Vâlidebağ Korusu da 1990’lardan bu yana böyle bir mücadeleyi ve direnişi sürdürüyor. Validebağ’daki mücadele, korunun ekolojik ve kültürel hâfızasını korumak için verilen bir mücadele. Bu mücadelenin tarihi  Validebağ Korusu’na dair çok önemli bir toplumsal ve politik hâfızanın birikiminin tarihi. Buradaki mücadele toplumsal hâfızamızı şekillendiriyor ve neyi niçin ne koşullarda yaptığımızı,yapmamız gerektiğini fark etmemize yardımcı oluyor. Çünkü hafızâlarımız üzerinden düşünüyor, söz üretiyor ve eyleme geçiyoruz. Bu bölümde sizlere Validebağ’daki toplumsal, politik ve hukuki mücadeleyi üç dönem üzerinden aktarmak istiyoruz. Umarız ki Validebağ Korusu’nda neyi niçin yapmamız ve yapmamamız gerektiği konusunda yol gösterici olabiliriz. 

Vâlidebağ Korusundan Kim Sorumlu?

Vâlidebağ Korusu’nun mülkiyeti Hazine’ye, tasarruf hakkı ise Millî Eğitim Bakanlığı’na aittir. Plan ünitesi ormanları mülki bakımdan İstanbul ilinin Üsküdar ilçesi sınırları içinde bulunmaktadır. Korunun tamamında fiilî kullanım hakkı sadece Millî Eğitim Bakanlığı’na ait olmasına karşın 2004 yılında gerçekleştirilen uygulama ile koru içinde iki ayrı blok halinde faaliyet gösteren eski sanatoryum ve prevantoryum binalarının tasarruf ve yönetim sorumluluğu Sağlık Bakanlığı’na devredilmiştir. 2006 yılında İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü ile Üsküdar Belediyesi arasında bir protokol yapılarak korunun bakım, onarım, temizlik ve güvenlik işleri Üsküdar Belediyesi’ne devredilmiştir (Akyıldız, 2015;43).

1. Vâlidebağ: Bir Mücadelenin Başlangıcı

Kültürel hâfıza bölümünde bahsettiğimiz üzere Vâlidebağ Korusu 1980’ler itibariyle yapılaşma sürecine açık bir hale gelmiştir.

“12 Eylül 1980 tarihinden sonra gelen yeni yönetim hastane alanında inek yetiştirilmesine tepki göstererek döner sermayeyi ortadan kaldırmış ve bundan sonra Vâlidebağ Korusu sahipsiz ve bakımsız kalmıştır. 12 Eylül yönetiminin ilk yıllarında nazım planlarda yeşil alan olarak görülen ve kamulaştırılarak Öğretmenler Hastanesi alanına dâhil edilmesi gereken alanda plan değişiklikleri yapılarak Koşuyolu’nda bulunan bugünkü Vâlidebağ Sitesi inşa edilmiştir. 1986 yılında dönemin Millî Eğitim Bakanı Avni Akyol Vâlidebağ Korusu’nun göçmen kuşların konaklama alanı olan ağaçsız bölgeyi Marmara Üniversitesi’ne tahsisine olur verir ve 1990 yılında da korunun bir parçasında Haydarpaşa Lisesi binası yapılır. 1995 Yılında 3M Çamlıca Konakları’nın açılışı devlet erkânının katılımı ile yapılır ve bu yıl bu bölgeye konan leyleklerin sayısı bir elin parmaklarını geçmemiştir.” (Vâlidebağ Gönüllüleri Arşivi; akt. Akyıldız, 2015; 42)

Yapılaşmaya dair atılan adımlar Vâlidebağ’da 90’lardan günümüze kadar uzanan bir dayanışmayı doğurmuştur. Koru için başlayan toplumsal mücadeleyi büyüten ve geliştiren kilit olayları ve insanları harekete geçiren, bir arada tutan ‘dinamikleri’ anlamak mücadeleyi anlamak için oldukça önemlidir. Bu dinamiklerden ilki, yaşam alanlarına yönelik tehdit sonrasında var olan mahalle kültürünün örnek bir mahalle dayanışması sürecine evrilmesidir. Çünkü, Koşuyolu, Acıbadem, Altunizade, Barbaros mahallelerinin ortasında yer alan Vâlidebağ Korusu burada yaşayan insanlar için önemli bir nefes alma noktasıdır.

Bu mücadelenin temeli 1994 yılında Altunizade Mahallesinde özelleştirilmek istenen kamu arazisine karşı mahallelilerin bir araya gelişi ile başlamıştır. Altunizade Mahallesi Muhtarı Cafer Koç’un öncülüğünde 1995 yılında Altunizade Yurttaş İnisiyatifi kurulmuştur. Kurulan bu inisiyatif önemli bir toplumsal muhalefet ve dayanışma alanı açmıştır. İnsanlar koru ve çevresindeki müşterek alanlar için bir araya gelmeye ve bu alanları korumak üzerine konuşmaya başlamıştır. Jay Walljasper mahalleyi toplumu güçlendirmenin güçlü – ama çoğunlukla ihmal edilen – bir aracı olarak tanımlar (2015; 138). Mahalle çoğumuzun hayatında önemli yer tutan müşterek bir alandır. Altunizade Yurttaş İnsiyatifi örneğinde de görebildiğimiz üzere bu birliktelik, dayanışma ve direniş süreci bölgede yaşayan insanlara aktif yurttaş refleksi kazandırarak toplumun güçlenmesine katkıda bulunmuştur. 

Müştereklerimiz; en yalın haliyle paylaştıklarımız olarak tanımlanıyor. Müşterekler hepimize ait ve aynı zamanda  da kimseye ait değil. Müşterekler doğa tarafından bahşedilmiş olabilir ve aynı zamanda insanların ortak inşası da. Örneklendirmek gerekirse: Hava, su, parklar, kütüphaneler, internet, danslar, bilimsel araştırmalar, vikipedi, devlet okulları, masallar, okyanuslar ve uzay…(Walljasper, 2015; 20-26)

Yurttaşlık Derneği, aktif yurttaşlık ifadesini ile şu açıklamayı yapıyor: 

“Yurttaşlar haklarının ihlal edildiğini düşündüklerinde dava açabilirler, yahut açılmış bir davada husumetin tarafı olmak için davaya katılabilirler. Sadece sembolik değil aynı zamanda aktif olarak davalara katılarak faaliyet alanlarındaki yanlış kamusal ve özel uygulamaları teşhir edebilir aynı zamanda bu tip uygulamalara son verilmesi için müracaat ve dava haklarını kullanabilirler. Baro elbette bu konuda yetkilidir ve gerektiğinde yurttaşlar eğer koşulları sağlıyorlarsa barolardan ücretsiz adli yardım alabilirler. Yurttaşlar bir araya gelerek de kendilerini ilgilendiren ve zarara uğradıklarını düşündükleri konularda başvuru hakkını kullanabilir, dava açabilirler. Son dönemde özellikle çeşitli haberleşme araçlarının aktif olarak kullanılması sayesinde sivil toplumu oluşturan aktif yurttaşlar birbirinden farklı ve çeşitli kimliklerle, nedenlerle (sınıfsal, etnik, vb.) iç içe geçen bir ilişkiler ağına dayanarak esnek ve hızlı hareket edebiliyor; lidersiz, kısıtlayıcı ve katı kurallara, tüzüklere gerek duymadan, sadece bir sorunu dert edinmiş olma temel fikri ile yol alıyor.”

Vâlidebağ Korusu aktif yurttaşlık örneği sergileyen 6.000 yurttaşın imzasıyla ve Koruma Kurulu kararıyla 16 Temmuz 1999 yılında birinci derece sit alanı ilan edilmiştir. Sit alanı ilan edilmesine rağmen koru içerisinde ‘izci evi’ inşası gibi yapılaşma süreçleri devam ettiği için Vâlidebağ’da bir araya gelen gönüllü yurttaşlar tarafından 2001 yılında Vâlidebağ Gönüllüleri Derneği kurulmuştur. “İstanbul III numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 04.08.2004 tarihli, 17 sayılı kararında semt sâkinlerini, dolayısıyla onların temsilcisi Vâlidebağ Gönüllüleri’ni koru ile ilgili hususlarda görüşü alınması gereken taraf olarak işaret etmiştir.” (Akyıldız, 2015; 44)

Vâlidebağ’ın toplumsal ve politik hâfızasını şekillendiren bu süreç aynı zamanda onunla ilişkilenen insanların bireysel hâfızalarında da kendi hikâyesini bulmuştur. Validebağ mücadelesine dahil olma motivasyonları, bir araya gelerek öğrenilenler, parçası olunan topluluklar, kişisel hayatlarına dair hissettikleri tatmin her birinin zihinlerine işlemiştir bile. 

“1998 yılına geldiğimiz zaman burada elli dönümlük bölümün -burası 354 dönüm- Marmara Üniversitesi’ne tahsis edildiğini duyduk. Gazeteler yazdı. Bunun üzerine etrafta oturan insanlar; Koşuyolu, Acıbadem, Altunizade, Barbaros mahallelerinde oturan insanlar, herhangi bir çağrı olmaksızın burada toplandık. Ve neredeyse her gün toplanıyorduk. Heyecanlıydı…1998 yılının ekim ayında, böyle coşkulu tepkiler gösteren yüzlerce insandık. Sonra bunu haftada bir toplantılara dönüştürdük ve ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Ve burasını bir sit alanı ilan ettirirsek daha iyi koruyacağımızı düşündük. İşte o haftalık toplantılarla Vâlidebağ Gönüllüleri doğdu.” (Arif Belgin)

Validebağ’da şu anda oturduğum site Murat sitesi, Barbaros bunların hiçbiri yoktu. Benim çocukluğum o yeşil alanlarda, parklarda geçti, bahçeli evde de büyüdüğümüz için yeşile ilgim herhalde bu şekilde başladı…Çevreci olmamam mümkün değildi herhalde…Fakat Validebağ Korusu’nun esas keşfedilmesi sanıyorum Üsküdar Belediyesi’nin 2014’te yerel seçimlere hazırlanırken burayı ‘Hyde Park’ yapacağım demesiyle oldu. Biz de ‘Hayır yapamazsın!’ dedik…O zaman bu gördüğünüz kalabalıklar hiç yoktu. Biz bir avuç sarı önlüklüler Starbucks’ın önünde, Koşuyolu’nda, aşağıda Ceviz Ağacı’nın karşısındaki parkın girişinde ve bazen de seyyar olarak elimizde imza föyleri ile bayağı direndik. O zaman çevredeki halkın Validebağ hakkında haberi oldu. Biz olay olmadan önce de bu işin içindeydik. Yetkili mercilerle iletişim kuruyorduk. Belediye ile yazışmalar için dernek kurulmuştu. Kurumsal yapımızın ortaya çıkmasının sebebi budur. Yatay bir örgütlenme içerisinde çalışıyoruz…” (Mualla Erden)

Bu havza, Validebağ havzası bütünüyle dört mahalleden oluşuyor. Üsküdar’a bağlı Acıbadem Mahallesi, Barbaros Mahallesi, Koşuyolu Mahallesi ve Altunizade Mahallesi. Türkiye’nin duyarlı, entelektüel insanlarının oluşturduğu bir mıntıka diyebiliriz burası için. Ve dayanışma çok kuvvetli burada. Validebağ Gönüllüleri, Validebağ Savunması, diğer inisiyatifler ve siyasi oluşumlar vs. var. Bu korudan herkes faydalanıyor, herkesin çoluğu çocuğu geliyor… İnsanların kararlı mücadelesi burayı anlamlı kılıyor. (Faruk Yege)

Gezi Parkı’nda çocukluğum, Validebağ’da ise gençliğim geçti. O sebeple Validebağ benim için çok önemli. Lise yıllarında okuldan çıktığımızda arkadaşlarımızla buraya gelirdik…Bu koruda çok fazla anım var. Bu alanın olduğu gibi kalmasını istiyorum. Yapılaşmaya açılmamasını istiyorum…Yaşça küçük olduğum zamanlarda buraya gelip vakit geçirirken görüyordum. Gönüllü ablalar, abiler, arkadaşlar mücadele ediyordu. Küçükken uzaktan takip ediyordum. Şimdi ise ben de aralarına katıldım. Birlikte korumaya devam ediyoruz. (Burcu Kiriş)

“Koru bende çok kişisel bir yerdedir. Etraftaki, civardaki okullardan çocukların geldiği ve doğayla temas ettikleri bir yer olması beni çok etkiliyor,benim de çocukluğumdan beri benzer bir bir ilişkim var koruyla. Zira bir yandan annemin de var. O da hastanede kalmış çocukken, orada tedavi görmüş. Hikayelerimizi içeren anıların silinmesini istemem toplumsal hâfızadan. Çünkü mekan değişince toplumsal hâfızanın nasıl silindiğini biliyorum başka yerlerdeki mevcudiyetinden. Kadıköy’deki mahalle evlerinde aktiftik, Gezi sonrası. Mahalle evlerinden bizi çıkarttıkları zaman geriye sanki hiçbir şey kalmadı, o evler de dönüştü… Ve şimdi koruda atladığım hendeği hala görüyor olmak; annemin gezerken çocukken şunu da oynuyorduk dediği yerlerin olması; Keza babam Beylerbeyi’nde büyümüş. Oradan Kadıköy Sinemasına yürürlermiş. ‘Koruların içinden geçe geçe yürürdük’ diye anlatıyor. Asfalta çıktıkları çok azmış, düşünsene ağaç örtüsünün bütünlüğünü ve Validebağ Korusu da geçtikleri hattan biri.” (İnci Bilgiç, 9.36- 12.07’)

2000’li yıllardan günümüze Vâlidebağ Korusu’nda farklı sebepler öne sürülerek yapılaşmanın önü açılmak istenmiştir. Burada belirttiğimiz ‘yapılaşma’ kavramından sadece inşaat süreçleri anlaşılmamalıdır. Gerçekleştirmek istediğimiz her insani faaliyet, etkinlik, buluşmanın da tıpkı yapılaşma gibi doğada bir etkisi vardır. Örneğin çok küçük bir faaliyet gibi gözüken bir piknikle bile bu etkiyi yaratabiliriz. Doğada bıraktığımız etkiyi tek başımıza belki fark etmeyebiliriz ancak şehirde yalnız değiliz. Sürekli tekrar eden bu küçük faaliyetler sonucunda bile oluşan insan baskısı sebebiyle bir doğal alanın ekolojik döngüsünde geri dönülmez tahribatlar yaşanabiliyor. Bu sebeple Vâlidebağ Gönüllüleri koruma çalışmalarında korunun koruma-kullanma dengesinin gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

“İnsanlar hiç kullanmasın demiyoruz ama kullanırken koruma kullanma dengesine önem vermek ve bu dengeyi hep korumadan yana gözetmek gerekiyor. Eğer bir yeri korumazsanız kullanamazsınız da. Sürekli kullan kullan nereye kadar? Bir zaman sonra yok olur, yok olunca da kullanamazsınız. Yani sırf kullanma ya da kullanmaya ağırlık veren bir dengeyi gözetmek sonuçta yıkıma götürüyor, yok olmaya götürüyor. Ama korumaya ağırlık verirseniz uzun yıllar koruma şansınız var. Kullanma şansınız var. Onun için öncelikle koruma diyoruz. Kullanmayı tamamen göz ardı etmeden ama korumaya öncelik vererek.” (Arif Belgin) 

Korunun gündelik insan faaliyetleri ile kullanılmasının ötesinde çok daha yıkıcı bir şekilde ‘tüketilmesini’ öngören projeler zaman zaman belli başlıklar altında gerçekleştirilmek istenmiştir. 2009 yılında kros şampiyonası sebep gösterilerek koru içerisinde dozer ile yol genişletme çalışması yapılmıştır. Koru içerisinde ilk iş makinasının girdiği bu tarihten sonra 2010’lu yıllarda “dini tesis”, “hyde park”, “otopark genişletilmesi” gibi çeşitli sebeplerle Belediye koruyu yapılaşmaya açmak istemiştir. Bu çalışmalara karşı Vâlidebağ Korusu’nu korumaya yönelik mücadelenin istikrarlı bir şekilde devam ettiğini söyleyebiliriz. Hukukî yollara başvurmak, barışçıl protesto gösterileri, koruda nöbet tutulması, imza kampanyaları, uzmanlarla birlikte saha çalışmalarının yapılması tüm bunlar Vâlidebağ Korusu’nda bir araya gelen insanların uzun yıllardır sürdürdüğü faaliyetlerdir. Her biri korunun toplumsal hâfızasının kıymetli bir parçasıdır. 

2. Toplumsal Muhalefeti Birlikte Büyütmek 

Bahsettiğimiz projeler  2014 yılında Vâlidebağ Korusu’nun gündemine yerleşmiştir. Bu projelerden biri 2012 yılı yerel seçimlerinde vaat edilen ‘hyde park’ projesidir. Projeye göre Vâlidebağ Korusu’na seyir terasları, çocuk eğlence ve oyun alanları, açık hava tiyatrosu, yürüyüş yolları, hidrolik koruma alanları, Adalar’a kadar izlenme imkanı sağlayan gözlem kulesi, dinlenme alanları, koşu ve bisiklet yolları ile gölet yapılması planlanmaktaydı. 2014 yılının Şubat ayında Vâlidebağ’da pek çok sivil toplum kuruluşunun, organizasyonun, bireylerin yer aldığı bir basın açıklaması gerçekleştirilmiştir. Bu açıklamada Validebağ Korusu’nun I. Derece Sit Alanı olduğu vurgulanmış, halihazırda halkın kullanımına açık bir alanın düzenlenmek istenmesinin sebebi ‘ranta’ bağlanmıştır. Bununla beraber bölgede yaşayan insanların da projeye dair fikirlerinin alınmadığı vurgulanmıştır. Sürece yönelik Vâlidebağ Gönüllüleri tarafından bir imza kampanyası başlatılmıştır. Aynı sene içerisinde imza sayısı 180.000’i geçmiştir. 

Yine aynı sene içerisinde öğretmen evinin otoparkının genişletilmek istenmesi, İzci Çadırı olarak betonarme bir yapının inşasının planlanması ve son olarak koru sınırında yer alan yeşil alan statüsündeki bir bölgeye cami yapılmak istenmesi yıl boyunca insanları Vâlidebağ Korusu’ndaki yapılaşmaya direnmek için bir arada tutmuştur. Tepkilere rağmen camii yapılmıştır. Validebağ’ı koruma amacıyla yapılan protestolar boyunca çeşitli polis şiddeti olayları da yaşanmıştır. Türkiye’deki ekoloji mücadelesinin ve hak temelli savunuculuk yapan insanların uğradığı ihlaller Vâlidebağ’ın hâfızasında yer almaya devam etmektedir.  

“2014 yılının ağustos ayında Öğretmenevi Müdürlüğü otoparkı genişletmeye kalktı. Millî  Eğitim Bakanlığına tahsis edilmiş bir alan burası. Biz de dedik ki: “Koruma Kurulu kararı var mı? Burası sit alanı, koruma kurulundan izin almanız lazım.” “Var.” dediler ama kararı göstermediler. “Öyleyse biz de yaptırmıyoruz.” dedik. Yaptırmadık. Kamuoyunda ilk defa o zaman geniş bir yankı uyandı, yüzlerce insan öncelikle yakın çevreden sonra da daha uzaklardan desteğe geldi. 

Arkasından Eylül ayında, biraz sonra göstereceğim bir yer var, orada bir izci çadırı vardı, ‘İzci Evi’ demişlerdi. Abdülaziz’in atlarının dinlenmesi için yapılan ahır binaları varmış…Restorasyon adı altında izci evi yapıldı…İzci evinin yanına kocaman, bir çadır koydular. Sonra o çadır yıkıldı günün birinde. 2013’te galiba yıkıldı. Ve o çadırın yerine yeni bir çadır yapacağız dediler. Tamam çadırın yerine çadır yapın ama bir baktık ki beton kalıpları dökülmüş. Hem de baya bir beton kalıplar yani, yine bir buçuk metre boyunda.  “Bunu yapamazsınız, Koruma Kurulu kararı olmadan” dedik yine. Koruma Kurulu kararı yine yoktu. “Yaparız” “Yapamazsınız”. Biz de o beton kalıplarını bir güzel söktük, yaptırmadık. Kamuoyunda yine çok ses getiren ikinci bir eylem oldu. Üçüncüsü aynı sene içinde 2014’ün Ekim ayında oldu. Buradan şöyle bir bakabiliriz, şurada gördüğünüz bir minare var. Ağaçların arkasında kalıyor. Şimdi kış olduğu için rahatça görebiliyoruz. İşte o minare ve onun yanındaki camiyi 2014 yılı Ekim ayında yapmaya başladı, Üsküdar Belediyesi. Kendisine yeşil alan olarak tahsis edilmiş olan alana yapmak istediler. İmar planını değiştirdiler ve ibadet alanına çevirdiler. Buna karşı 6 tane dava açılmış durumda. Davalar devam ediyor. Davalardan birinde yürütmeyi durdurma kararı var ama dinlemiyorlar. Bir de artık oradaki eylemler Türkiye çapında ve hatta dünya çapında Validebağ’ın duyulmasını sağladı…” (Arif Belgin)

Vâlidebağ Direnişi, 2014 senesinde yaşanan bu gelişmelerle beraber  çok büyük bir ivme kazanarak görünürlüğünü ve etkisini artırmıştır. Binlerce insan koruyu savunmak için bir araya gelmiş, forumlarda buluşmuş, ağaç dikme gibi barışçıl eylemlerde bulunmuştur. 2013 yılında Gezi eylemleri ile birlikte artan kent hakkı bilinci ve toplumsal muhalefet pratiklerinin yerleşmeye başlamış olması, o dönem kazanmaya başladığımız bir arada olma bilincinin çevre hareketleri içerisinde köklenerek devam etmesi ve uzun yıllar boyunca devam eden Vâlidebağ direnişinin istikrarlı görünümü direnişi büyüten sebepler arasında sayılabilir. 

Mücadelenin genişlemesi, bir araya gelen insanları ve fikirleri çeşitlendirmiştir. Bu çeşitlilik ile birlikte Vâlidebağ Savunması gibi yeni dayanışma grupları da ortaya çıkmıştır.  Bu, bir koru etrafında birleşmenin ve çeşitlenmenin getirdiği toplumsal dayanıklılığı ve direnci temsil eden önemli bir durumdur. 

“Aslında toplumun sokağa inmesi, sorunlara sahip çıkması, daha öncesinde olmadığı kadar gezi süreci sonrasında olmuştur. Binlerce insan evinde oturup sorunları sadece yakınma boyutunda konuşurken, birden gezi sürecinde sokakta bulunmuştur. Aslında şöyle diyebiliriz, gezi süreci sonrasında çok fazla insan sokağa çıktı. Burada bir kısım insan sokağa çıktı fakat sokaktan geri dönmedi. Biraz savunmanın ortaya çıkışına böyle bakabilirsiniz. 2014’lü yıllarda koruya komşu parselde cami inşaatı yapılması mevzusu üzerine gene özellikle havzadan ve Kadıköy’den ve İstanbul’dan Gezi’nin etkisiyle yoğun bir kalabalık geldi. 5000 kişilik yürüyüşler, tomalar, gaz sıkmalar falan… bir buçuk, iki aydır devam eden bir cami direnişi diye adlandırılıyor avzada. Validebağ gönüllülerinin de önerisi ile İstanbul’un çok farklı yerlerinden gelen insanların bir çatı altında bir savunma örgütlenmesi mümkün oluyor ve onun adına da Validebağı Savunması deniliyor sonrasında. Gönüllüler ve savunma o noktadan sonra ayrışma demeyeceğim ama farklı yollarda ilerlemeye karar veriyorlar. Ben de daha sonraki süreçte savunma içerisinde katılmış oldum.” (Yüksel Demirtaş)

3. 250 günü aşan nöbet

2014 yılından sonra Vâlidebağ’a yönelik çeşitli müdahale girişimleri zaman zaman devam etse de büyük bir proje ile tekrardan kamuoyunun gündemine gelmesi 2018 yılını bulmuştur. 2018 yılındaki Türkiye genel seçimlerindeki vaatlerinden biri Vâlidebağ Korusu ‘millet bahçesi’ projesi olmuştur. Millet Bahçesi projesine göre koruda fitness alanlarının, bisiklet parkurunun, aydınlatma direklerinin, seyir terasının, yürüyüş parkurlarının, çocuk oyun alanlarının, otoparkların yapılması ve gözlem kulesinin, taş zeminlerin iyileştirilmesi planlanmıştır.. İçeriği itibariyle ‘Hyde Park’ projesinden farklı olmayan millet bahçesi projesi için Vâlidebağ Gönüllüleri 15 Ekim 2018 tarihinde bu projeye onay veren Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na dava açmıştır. 25 Haziran 2021 tarihinde ise davada yürütmenin durdurulması kararı çıkmıştır. 

2020 Mart ayında mülkiyeti Hazine’ye ait olan korunun 261 bin metrekarelik alanı, bakım ve onarım gerekçesiyle Üsküdar Belediyesi’ne tahsis edilmiştir. 2021 yılının nisan ayında Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum Üsküdar Belediyesi’yle beraber ‘Düzenleme ve Rehabilitasyon Projesini’ hayata geçireceklerini belirtmiştir. Bu proje ile birlikte Vâlidebağ’ını savunmak üzere bir araya gelen insanlar 21 Haziran 2021 tarihinden itibaren korunun belli alanlarında ani müdahalelere karşı düzenli olarak nöbet tutmaya başlamışlardır. Ara ara belediye ekipleri tarafından koruya belli aralıklarla çim biçme, çöp toplama  gibi gerekçelerle girilmeye çalışılmış, koruyu savunan insanlar tarafından bu müdahaleler engellenmiştir.

“…Mesela son 10 yılı anlatayım ben size.  2014’ü biliyorsunuz. Ondan sonraki süreçte ise çılgın proje olarak ‘hyde park’ yapacağız buraya dendi. 2018’de Millet Bahçesi dendi ve şimdi de rehabilitasyon ve bakım projesi deniyor. Üsküdar Belediyesine tahsis edilmesinden sonra bu süreci kim yürüttü diye bakarsak, Park ve Bahçeler Müdürlüğü yürüttü. Bunun niye altını çiziyorum? Bakış açısını herkes anlasın diye. Burası koru, yani küçük orman olarak tanımlayabiliriz. Ve bu noktada Park ve Bahçeler Müdürlüğünün süreci  yürütmesi buranın park veya bahçe olarak görülmesi anlamına geliyor. Yönetenler tarafından 2018’de Millet Bahçesi projesi de yine aynı bakış açısını gösteriyor. Çünkü millet bahçesi ki dünyada olmayan bir kavram, hadi diyelim oluşturuldu. Böyle bir kavram ile buradaki amaç nedir? Yeşil olmayan yerlerin yeşil yapılmasıdır. Zaten koru olan yere koruma dışında ne yapılacaktır ki? 

Bizim üç tane devam eden hukuki sürecimiz var. Onlardan da bahsederek süreci aslında net bir şekilde tarif edebilirim. Birincisi 2018’de az önce söylediğim Millet Bahçesi projesi. Dediğim gibi zaten  koru olan bir yerin millet bahçesi projesiyle tırnak içerisinde bahçe statüsüne getirilmesi abesle iştigalden öte. Ben burayı talan edeceğim demektir… Çünkü birinci derecede doğal sit alanı burası. Siz burada bir şey yapıyorsanız bunu bazı kurullara sormanız gerekiyor. Mesela içeride hepimiz için sembolik bir değeri de olan Hababam Sınıfı’nın çekildiği Adile Sultan Kasrı vardır.  Abdülaziz Köşkü keza öyle. Söylediğim gibi bunlarla ilgili fiziki yapısına vs. bir işlem yapılması, bir müdahalenin olması, zarar verilmesi Kültür Bakanlığı’na bağlı Koruma Kurulu’nun denetimindedir. Diğer yandan koruda tespit edilen anıt ağaçlar var. Dolayısıyla bunlar da Çevre Şehircilik Bakanlığı’na bağlı Tabiat Varlıkları Koruma Kuruluna tabidir. Dolayısıyla burada ne yaparsanız yapın bu kurulun kararlarına uymanız gerekiyor. Hoş, bu kurullar doğru işler yapıyor mu tartışılır… Millet Bahçesi Projesinde Koruma Kurulu’nun kararı vardı. İlginç bir şekilde Koruma Kurulu yapabilirsiniz, dedi. Biz bu noktada  davayı açtık ve yürütmeyi durdurduk. Bilirkişi raporuyla da buraya herhangi bir şekilde Millet Bahçesi Projesi uygulaması yapılırsa koru vasfının kaybedileceği tespit edildi. Şimdi kararı bekliyoruz. 

İkincisi burası için bir planlama yaptılar. Birinci derece doğal ve tarihi sit alanlarında yapılan planların ismine koruma amaçlı nazım imar planı derler. Kısaltması KANİP’tir. Bu planlar koruma amaçlı yapılır ama bizde yapılan planı şöyle tarif ettim; koruma-ma planı. Böyle bir plana bağlı olarak bir ihale yapıldı. Yani planla pası verdiler, ihale ile golü attılar. İçeriğinde ne vardı? 88000 metrekare çim serimi, 500 araçlık otopark, yoga-pilates alanları, yaklaşık 13 km kadar yol yapımı, betonla sabitlenmiş banklar ve ışıklandırmalar… Burası kuşların göç rotası üzerinde olduğu için çok önemli, ışıklandırma riskli… Bu dosyada da biz yürütmenin durdurulması kararı aldık. Ayrıyetten de rapor yine lehimize geldi. İhalenin iptali ile ilgili geçtiğimiz aylarda davamızı kazandık. Buna bağlı olarak da Üsküdar Belediyesi – haklılığımız o kadar çok ispat edildi ki – ihaleyi yaptığı şirketle sözleşmesini feshetti. Dolayısıyla hem ihale ortadan kalktı, hem de böyle bir şirket ve böyle bir sözleşme artık yok. Bu Validebağlıların büyük bir başarısıdır. İnandılar, direndiler, iradelerini ortaya koydular. 

En son olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ilanlarından tesadüfen gördük, koru içerisinde otuz dönümlük bir alanı yeni bir kavram ortaya atarak; Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanma alanı ilan etti. Bu otuz dönümlük alan, Haydarpaşa Lisesinin olduğu alana denk geliyor. Haydarpaşa Lisesi korunun arazisinde kurulmuş. Lise sit alanı ilan edilmeden önce inşa edildiği için, müdahale edilemiyor. Burada bir inşaat yapılmak isteniyor. Peki bu kadar masum mu? Hayır değil. Çünkü korunun otuz dönümüne bugün statü değişikliği yapılırsa yarın bir otuz dönümüne daha yapılabilir. Bir genelge ile tam tersi uygulamalar da yapılabilir. Örnek veriyorum; Abdülaziz Köşkünü restore edeceğiz hatta yıkıp yeniden yapacağız diyen de çıkabilir. Bu bir parçalama stratejisi. Baktığımızda özetle hastane ile başlayan, ibadethane ile devam eden süreç okul ile ilerletilmeye çalışılıyor. Validebağ içine truva atları koyuyorlar. Ama bugün 356 dönümü, faunası ve florası ile koru korunmaya devam ediyor…” (Onur Cingil

4. Ekosistem Tabanlı Yönetim Planı 

Halen devam eden nöbet ile birlikte Vâlidebağ Korusu için ne yapabiliriz sorusu İstanbul Planlama Ajansı tarafından 5 Ağustos 2021 tarihinde düzenlenen “Vâlidebağ Korusu’nun Geleceği Çalıştayı”nda bir yanıt bulmuştur: Ekosistem Tabanlı Yönetim Planı.

“..Ağustos’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul Planlama Ajansı tarafından organize edilen Validebağ Çalıştayında ortaya çıkan ekosistem tabanlı yönetim planı ihtiyacı ile bu farklılaşma ortaya çıktı…Savunma ya da koruma sadece biz dile getirilen projeleri istemiyoruz diyerek olmamalı. Onun bir adım ötesine geçerek biz burayı nasıl istiyoruz da tanımlanmalıdır. Bu tanımlamada ancak böyle bir planla olabilir, bu da hem uzun soluklu bir iştir hem de farklı bakış açılarından uzmanların araştırmalar yapmasıyla ortaya çıkabilecek bir şeydir. Böyle bir çalışma olmalı demiştim. Çalıştay kararlarına bu yansıdı. Sonra çalıştay bittikten sonra da Validebağ sivil direnişi en çok bunun üzerinde durdu. Kendi aralarında konuştular. Sonra beni çağırdılar. Siz böyle bir şey dediniz. Bu nedir, nasıl olabilir ne sağlar diye. Yaz aylarında geldik. Validebağ’ da toplantılar yaptık. Ben onlara ekosistem tabanlı yönetim planının ne olduğunu, nasıl yapılabileceğini burada reel olarak, yani normalde bu tür planların sorumlu kamu kuruluşları tarafından yapılması gerekir. Burada da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Üsküdar Belediyesi, Sağlık Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı gibi alanda söz hakkına sahip kamu kuruluşları var. Ama bunların hiç birisinin böyle bir plan yapmak gibi bir niyetlerinin olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla bunun ancak buradaki sivil toplum tarafından ve gönüllü araştırmacılar tarafından yapılabilecek bir proje olduğunu söyledim. Onlar da bana dediler ki ‘siz gönüllü araştırmacılar işini organize ederseniz, biz de sivil toplum olarak gerekli minimum masrafları gönüllülük çerçevesinde sağlamaya çalışırız.’ Sözün özü Validebağ’daki direnişi farklı kılan budur: Validebağ Korusu’nda, Millet Bahçesi ve benzeri projeleri istemiyoruz demekten öteye geçildi. Umut ediyorum ki önümüzdeki yılbaşına 2023’e kadar Validebağın bir ekosistem tabanlı yönetim planı olacak. Bu plan diyecek ki Validebağ bir ekosistemdir. Elbette insan kullanımları tarihsel süreçte de olmuştur. Ama İstanbul gibi büyük bir metropol içinde burası ekolojik özellikleri ön plana çıkan şehrin göbeğinde mutlaka korunması gereken bir doğal varlıktır. Bu doğal varlığın nitelikleri şunlardır, üstünlükleri bunlardır, zayıf yanları bunlardır. Bu özellikler temel alınarak şu şekilde insan kullanımları olmalıdır, şu ölçülerde bir alanda şunlar yapılabilir şeklinde bir plan ortaya çıkacaktır.” (Cihan Erdönmez)

“Cihan hoca (Cihan Erdönmez)siz yurttaş olarak hazırsanız gönüllü akademi olarak biz de ekosistem tabanlı yönetim planına varız dedi ve süreci fiili olarak aralık ayında başlattık. Buluşmalar başladı. Şimdi bir akademi tarafının örgütlenmesi var. Bir de bizim yurttaş tarafının örgütlenmesi var. Bizim örgütlenmemiz şu şekilde, onu bilgisini vereyim, şu an da zannedersem biraz önce paylaştığım bu dökümanda da var. 6-7 tane çalışma grubumuz var. Bunlardan biri lojistik grubu, buraya gelecek olan akademisyenlere yemek, ulaşım sürecinde yardım edilmesi için. Fauna grubu, flora grubu, sivil toplum grubu – kamu kurumlarıyla görüşmeler ya da diğer stk’larla görüşmeler için- liken grubu, ağaç grubu ve finans grubu. Bunların hepsi örgütlendi. Şu anda fiili olarak yanılmıyorsam 40 ya da 50 insan bu çalışma grupları içerisinde çalışıyor. İlkesel olarak her bir birey iki grupta yer alabiliyor…Bu İPA çalıştayının en önemli ve gözden kaçırılmaması gereken bir noktası da korunun yönetiminin nasıl olacağına dair. Onu siz de raporlarınızda belirtirseniz çok iyi olur. Çünkü yurttaş burada aslında yıllardan beri mesaj veriyor yönetenlere. Burayla ilgili alacağınız herhangi bir karar yapacağınız herhangi bir tasarrufu benim görüşüme alacaksınız diyor. Mücadelenin aslında çıktısı bu. Dolayısıyla bu talebi karşılık da buldu ki koruya şu ana kadar yöneten müdahale edemedi. İstedikleri anlamda müdahale edemedi… Ekosistemini yok edecek tipik bir bir parkta yaptıkları işlemlerin hiçbirini yapamadılar bugüne kadar. Dolayısıyla İPA çalıştayın çıktılarının en önemlisi de buranın yönetimine dair yurttaşın bir talebi var. O da buranın yönetimine katılmak. Bunu nasıl yaparız, nasıl ederiz? Bizim sorunumuz olduğu kadar yönetenlerin de sorunudur ama bizim talebimiz yurttaşın talebi zaten yaptığı faaliyette bunu istiyor. Sen burada bir işlem yapacaksan benim ona inanmam gerekli, karar süreçlerine beni katman gerekiyor. 21-22 yıldır talep ediyor bunu zaten. Bu yeni hukuk sistemi içerisinde mümkün müdür? Mümkün olduğunu düşünüyorum. Yeter ki yöneten bunu istesin.” (Yüksel Demirtaş)

Burada dikkat çekmek istediğimiz birkaç husus var. Değişen bir dünyada, insanın da ötesinde tüm canlılığı, ekosistemi gözettiğimiz yaklaşımları fark ediyoruz. Kültürel Hâfıza bölümü boyunca anlattığımız tüm süreçlerde neoliberal politikaların vahşi müdahalesine kadar doğanın unsurları bir şekilde gözetiliyor ve onu bir parçası olduğumuz kabul ediliyordu. Lâkin yabancısı olmadığımız üzere hakim olan anlayış, insanın üstünlüğünün benimsendiği ‘doğadan yararlanma’ odağındaydı. Hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmediği her şeyin bir şekilde dönüştüğü konusunda şunu diyebiliriz ki; Vâlidebağ için uzun yıllar mücadele eden insanların, bu süreci getirmiş oldukları nokta oldukça kıymetlidir.

Ekosistem Tabanlı Yönetim Planı korunun ekolojik, kültürel ve toplumsal birikimini dikkate alan, bu unsurların birbirleriyle olan ilişkiyi gözeterek koruma temelli bir yaklaşımı benimsemektedir. Bununla beraber korunun yönetim sürecine dair sadece kamu kurumları, yerel yönetimler değil aynı zamanda koruyu bizzat kullanan yurttaşların da karar alma süreçlerine aktif katılımı gözetilmektedir. 

Doğada her şey bir yere gider. Etkisini şimdi göremediğimiz bazı eylemler, davranışlar, olaylar bir yerlerde tepki olarak ortaya çıkmıştır bile. Denize atılan bir plastik örneğin. Gözümüzün önünden kaybolunca tamamen yok olduğunu düşündüğümüz tüm çöplerimiz gibi denizde bir yerlerde bir balığın midesinde yaşamaya devam eder. Ve oradan da tekrar bizim soframıza geri döner. 

1990’lı yıllarda mücadelesi başlamış Vâlidebağ Korusu için halen mücadele ediyoruz. Çok haklı taleplerimiz olsa bile tekrar ve tekrar karşımıza çıkan bu mücadele yorucu ve yıpratıcı bir süreç. Böyle anlarda hiçbir çabanın boşa gitmediğini hatırlamak umut tazeleyebilir. Vâlidebağ mücadelesinde atılan ilk tohum ile bugün koruda tehdit altında olan onlarca ağaç, yüzlerce bitki ve hayvan nefes almaya devam edebiliyor. Farklı farklı tahribat projelerine karşı inatla devam eden nöbetler ile belki çoktan yok olacak bir korunun içerisindeki kuş cıvıltılarını duyabiliyoruz. Kişisel tarihimizin, kısa insan ömrümüzün bir adım gerisinden bakıp bütünü görebilirsek 25 yıllık bu mücadeleyi onurlandırabiliriz. Değişim zaman alabilir ama bir yerden başlamak gerekir.